Blog

Taşınmak

Fındıklı, 2020

Bir kere insanlıktan nasibini almışsan hiçbir yerde aç kalmazsın.

Bir yerden başka bir yere gitmek. Yanında götüremediklerin götürdüklerinden fazla ise bu taşınmak değil, bu biraz ayrılık. Bir şehirden diğerine, bir evden başka bir eve, bir insandan başka bir insana taşındıkça azalıyorsun. Az yine bi’ nebze iyi. Bazı taşınmalar eksiltiyor. Eksik kalmak fena.

Ve taşındıkça sıyrılıyorsun bazı parçalardan. Bu bazen kullanmadığın bir ayakkabı, bazen varlığını unuttuğun bir hediye bazen de çok fazla kullandığın kibir olabiliyor. Giderken götürmüyorsun yanında. Yeni şehrinde, yeni evinde, yeni aşkında bunlara ihtiyacın kalmıyor. İlk taşınmanı hatırlasana, elinden gelse duvarları sökecektin değil mi? Ben sökmüştüm. İçimden.

Mesela salonun ortasında bohçalanmış eşyalara bakıyorsun, onlar artık eşyalığını yitirmiş, aileden olmuş. Benliğine kazımışsın, hani bir imkân olsa nüfusuna alacaksın. Bir de anılar var. Göğsünün ortasında bohçaladığın, istiflerken bir cenaze merasimine bakar gibi baktığın, yeni yerinde kök tutacak mı diye tasalandığın, uyurken bile taşıdığın anıların.

Anılarımızın can suyu, eşyalarımızın dört duvarı olduk, gayrı ayağımız taşa değmez.

Arkada çalsın: Bizi hasret koyan gama kardaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, biri de ölüm


mirfanK’20

Blog

Geçiş

Ortahopa Mezarlığı, Ocak 2020

İç acılarımın toplamı: yokluğun.

Zaman çok. Kışlıkları kaldırıyorum, elim değmişken baharlık diye etiketlediğim eşyaları da kaldırıyorum bu bahar hiçbirine el sürmedik. Bazı eşyaları gazetelere sarıyorum. Eski gazeteler şu süreçte daha iyi hissettiriyor. Okumaya dalıyorum. Zaman çok. Acı da öyle. -ki bazı acılar hiç geçmez, sadece alışırsın.

Alıştık. Kışlıkları kaldırıyorum, fırtına çıkıyor. Tüm kasaba buz kesiyor. Peteklere dokunuyorum, değmiyor. Battaniyeleri kaldırmamıştım, birinin altına sığınıyorum. Tedbir çok.

Battaniyenin altındayken tavana dalıyorum. Pencereden bahar sesi doluyor, sokağın karşısına akasya ağacı dikenlere rahmet okuyorum. Zaman geçiyor. Bir müzik çalıyor içerilerden, geçmişe taşımacılık yapan bir müzik. Binip gidiyorum, içim geçiyor.

Bir enkazın üzerindeyim. Yer yarılmış, içine batıyor dünya, hayat geçiyor. Bir yıl daha eskiyorum bu rüyada. Yıpratıyor bu bitiş. Ömür geçiyor.

Kutlu olsun şimdilik kalışımız. Oyalanmak bile geçiyor.

Geç.

mirfanK’20

Blog

Mahalle

Fatih, İstanbul, 2017

“Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var.”
Onur Ünlü, İtirazım Var, 2014

Ön söz: Satıcı değilim.

Yukarıdaki fotoğrafı çektiğimde salyangozun 1 mil gidebilmesi için 33 saat sürünmesi gerektiğini bilmiyordum. Bazen 33 yılın öğretemediğini tatlı bir yağmur sonrasında karşına çıkan salyangoz öğretebiliyor. Öğrenecek ne çok şey var.

2020 Ramazan. Çizgilere basmadan yürümeye çalıştığımız günlerin içerisinde, özümüze ulaşmak için canla başla savaşırken geldi. Arındık, huzurun en güzel demine kavuştuk, zamanın farkına vardık, şimdi ise vakitlerden hüzün.

Zamanın behrinde iki ders arası iftar açmış gençlik için ‘paylaşma’ eyleminin daha farklı olduğunu düşünürüm nedense. Zira ‘olan var olmayan var’ söyleminin içi daha doluydu. Olmayanın çokluğu mudur, olanın naifliği midir bilemem ama şimdilerde idrak ettiğimiz gerçek bambaşka. Üstelik artık maskelerimiz iki katlı.

‘Açım/açız’ sesleri bu kadar yükselirken benim varlığım senin yokluğuna ne kadar tesir ediyor? Tam bu noktada başlayan bir şey var; düşünmemiz gereken, toplanmamız gereken, uykumuzu kaçırması gerken bir şey.

Gerisi çok dolu değil.

İyi sabahlar.

mirfanK’20

Blog

Perde

Kotor, 2019

İnsan dediğin bir göz oda.

Olduğum yerden doğrulup yeşil panjuru açıyorum, gün henüz ışımış, Adriyatik denizinin berrak suyuyla dolu Kotor Körfezi’nde kuş cıvıltıları en baskın ses.

Çok ses çıkarmadan verandaya iniyorum, ahşap sandalyeyi çekip yeni başlayan günün keyfini çıkarıyor, bir sigara yakıyorum. Verandanın az gerisinde ufak bir çatı var, çakmağımı o çatının dibine doğru sıkıştırıyorum, tekrar gelmek isteyişimdeki ısrarımın son noktası bu. Kendimden bir şeyler bırakıyorum.

Estetik ve güzellik yarışına girmiş evlere ilişiyor gözüm; bilen bilir içeride ne gizlendiğini, çiçeklerin neden sulanmadığını, pencerenin neden açık olduğunu, içerideki havanın nasıl olduğunu. İşte sana bakan ile gören arasındaki fark. Bakanın zihininde yalnızca eşya var.

‘Ben yokum’ diyor kimisi, kat kat örtünmüş, zevksiz, ışıksız. Kimisi ‘ben buradayım’ diyor, incecik örtünmüş, gizemli. Kimisi ‘bakma çıplaklığıma sandığın gibi değil, ben güneşe aşığım‘ diyor.

İnsan dediğin iki göz iki perde.

Bazen bakan da gören de bilmez o iki perde kapandığında kurulan düzeni.

Günaydın.

mirfanK’20

Blog

Neden?

Murathan Özbek, -in-, 2012

Biz aynı kaldıkça, farklı pencerelerden değil aynalardan baktıkça geçen yılların bazı sorular üzerine de o sorulara aradığımız cevaplar üzerine de hiçbir etkisi yok.

Birden fazla vicdanı benzer şiddette sızlatan her eylem her dilde yanlıştır.

Neden? A Ç A L I M

Sana yalan söyleyerek senin doğruya ulaşma hakkını elinden alıyorum. Hedefe, gerçeğe giden yolda raylarına farklı bir makas ekliyorum ve sen yoldan sapıyorsun.

Bir de şu pencereden bak; sana yalan söylediğimi, raylarına eklediğim makası birisi görüyor ve benden sonra gidip düzeltiyor. Sen hedefe tam zamanında varıyorsun. Görenin görmemesini mi dilerdin? Üzerinde on yıl düşünsen de her çamura saplandığında görenin görmemesini dilesen de aynanda olmayan bu duyguyu hiçbir pencerede göremezsin.

Dünya makas değişmeden dönüyor.

mirfanK’20

Blog

Kum Saati

Fotoğraf: Murathan Özbek, -in-, 2012

“zavallılığın, diye geçiriyorum içimden, ne çok giysisi var.”
Yalçın Tosun, Bir Nedene Sunuldum

Her geçen gün burnunun dibinde farklı farklı bir sürü çiçek büyüyor. Sulamadığın, konuşmadığın, bakmadığın, belki hiç sevmediğin bir sürü çiçek.

Etrafında da durum öyle. Farklı farklı bir sürü insan çürüyor / büyüyor etrafında yalnızca ömrüne eşlik ettiğin; belki bir sofrayı, bir sohbeti, bir kasabayı paylaştığın bir sürü insan. Sadece elbisesini, saçının rengini, arabasının modelini, makyajını ve az biraz acısını bildiğimiz insanlardan bahsediyorum. İçinde ne açıyor? Sözün, bir ufak iç çekişin çözeceği kaç ip düğümleniyor kim bilir.

“Zavallılığın ne çok giysisi var.”

Aylarca oturduk ama bir gün bile dinlenemedik. Bizi anlayamamak yordu. Her sabah ötelediğimiz alarmlardan ötelediğimiz gerçeklere geçtik çabucak. Murathan’ın da gördüğü gibi ‘kum saatimize kürek attık’ vade hiç dolmayacakmış gibi nefes alarak.

Birhan Keskin “Ve işte en geniş cümlem” diyor “içimi açtım sana / içini anlamak için”

Anlatalım. Anlayacağız.

Zaman akıyor.

mirfanK’20

Blog

Şarkı

Railay Beach

bazen dilime bir yerlerden duyduğum bir şarkı dolanıyor, ne şarkının adını biliyorum, ne de söyleyeni.
aradan zaman geçsin de şu şarkıyı iyice özleyip dinleyeyim diyorum; sonra kesin unutuyorum şarkıyı. bugün yine unuttum.

buradayım, ‘mahsur kalmak’ hissiyatına olan düşkünlüğümü başka bir yazıda ele alırım; bot hareket etmiş ‘şu manzaraya birkaç saat daha bakmak zorundasınız’ minvalinde bir şeyler söylüyor biletçi. sonraki bot gelene kadar buradan başka bir çıkış yok. ne âlâ.

zihnimde taşıdığım onca yükü demleyip arındırmak için müthiş bir zaman. hava biraz daha kararıyor, yıldızlar iyice sarıyor gökyüzünü. bembeyaz kumların üzerine sere serpe yatıp gökyüzünü seyre dalıyorum.

gece

koca sahil, toplasan 10 kişi yok. kıyıya vurmuş bir ağaç gövdesinin üzerinde bir adam gitar çalıyor. çok tanıdık, çok ezber bir ezgi ama söz yok. çıt çıkmıyor, hepimiz anın büyüsüyle adamı dinliyoruz. şarkıyı hafızama atıyorum, o şarkıyı dinlediğimde yaşadığım bu huzura dokunacağıma adım gibi eminim.

yine unuttum. ziyanı yok. şimdilik bu huzura dokunmak için o şarkıya ihtiyacım yok, henüz çok taze, ihtiyacım olduğunda hatırlayabilmek ise duam.

zaman doluyor, bot geliyor, o akşam orada o hissin lezzetiyle kendinden geçmiş bizler dönüp son kez boşluğa bakıyoruz.

içinize sinsin.

mirfanK’20

Blog

Anneler

yarış

Ne güzel anneleriniz var. Keşke olmayanların da olsa.

Her annesi olana müthiş bir huzur vermese de şüphesiz ki annesi olmayan herkesi derinden yaralayan bir gün.

Hepimiz bir dönem bu çılgınlığın esiri olduk, bazılarımız olmaya devam ediyor. Müthiş bir söz okudum: “Birilerinde boşluk hissi uyandıran tüm özel günler keşke sessiz kutlansa.” değil mi?

Bu yarış bir düşüşü andırıyor bende niyeyse. Yine de her harfim kulağıma ‘duyar’ kelimesini fısıldıyor. Bu zamanlarda en çok yaptığımız veya en çok maruz kaldığımız şey; duyar kasmak.

Kutlamayıncılardan değilim. Şovun tam karşısında duruyorum. Zira her şeyin bir günü / haftası var. Kararında olan her şey damakta güzel bir iz bırakır.

Sevgi ile.

mirfanK’20

Blog

Boşluk

Şu sürece bi’ not düşülsün.

Hepimizin öncelik listesi bir günde değişti. Ve bu değişim durmadı, hâlâ kararlılıkla sürüyor. “Meğer ne önemliymiş” diye sesli-sessiz ne çok cümle kurar olduk.

“İhtiyacın var, çünkü bağımlısın.” Bağımlılıklarımızın boşluğunda boğuluyoruz. Kalabalık kavramı zihnimizden yavaşça uzaklaşıyor. Selamlaşmalar çekingen, alışverişler bi’ film sahnesinden alıntı, yolculuklar kehanet dolu roman sayfalarından fırlamışçasına garip. Bağımlılıklar ise sürekli artan bir çizgide seyrini sürdürüyor.

İlk kez ölüm ve yaşam aynı evde yaşıyor. Üstelik hangisi galip gelirse gelsin tokat gibi inen tek gerçek ‘yalnız’ olduğumuz gerçeği.

Tüm bu boşluklarda zihninizde yankılanan o güzel an hangisiyse daha güzelini yaşamanız dileğiyle.

mirfanK’20