Bütün eskiler sofrada yerini almış. Ortaya da beşbuçukyıllık bir yiyecek konmuş. Eller çenede bakıyoruz “önce kim yiyecek” diye. Bir an için fısıldıyorum kendi kendime;
“söz! Yemezse eğer eskimiş bir zavallıyı, hayatımın göbeğine koyacağım O’nu. O sarsılırsa ben yıkılayım razıyım”
Efendim diyorsun
Hayalleri de bizi de susturuyor dışarıdaki korna sesleri. Al işte Türkiye’de yaşamamak için bir sebep daha diye iç geçiriyorsun. Bu ara içinden geçenler çok. Onu da geçir… Kağıdım kalemim yanımda bu kez. Aklıma bir şey gelince hemen karalıyorum. Sende göz ucunla bakıyorsun hani. Hoşuna gidiyor senden feyz almam. Başka bir şey alamadığım için feyz ile yetinmekse benim zoruma gidiyor. Ama bu da hoşuna gidiyor…
Açık
Beşbuçukyıllık yemek çok asil duruyor. Hiç tavizi yok.
“Beğenip yiyeni de öpeyim yemeyeni de” tavrında.
Bıçağımla bir güzel deşiyorum ortasından. Biraz dağıtıyorum, biraz bölüyorum. Çatalımla yardım alıyorum hatta. O da yetmiyor iyice deşmek için çatalı bırakıp diğer elimle destek alıyorum.
Şaşırıyorsun.
Sen kıyamıyordun
Ben doğruyorum
Zoruna gitmesin
Aşkı önüne almıştı, hem sana kıyıyordu. Hemde aşkı kendine kendine kıyıyordu.
Sus!
Suratın asık. Bir katili gözler gibi bakışların. Korkmaya başladın benden belli.
Sonrasını duvarlardan dinleyelim.
Kızı kaldırdı
Ellerinden tuttu
Kendi ekseni etrafında bir tur döndü
Diz çöktü
Not:
Dün gittikçe aydınlanıyor…