Blog

Dünaydın Sevgilim – III


Gün batımını beraber izleriz diye ummuştum. Aşkın kılık kıyafet yönetmeliğine uymuyoruz pek. Yıldızlara böyle görünmesek iyi olur. Bugün biraz hızlı işliyor, olaylar eli bıçaklı. Ay haddini aşmış, günün batmasını bekliyor…

Sen güneşi batıralı çok olmuş. Duvarlar da hak verir ki önce kendi eksenim etrafında dönerek dünü tamamlayışım, ardından da senin etrafında dönüp dövüşen mevsimleri ayırma amaçlı küçük gösterimi arka cebine koymuşsun. Bu da cebinde bir kaldırma kuvvetine yol açmış. Bu sebepten ötürü balkonun önünde tuhaf yürüyorsun.

“… yalnız kalmak istiyorum.”

Bu büyük sessizliği dağıtan cümlenin bu olması çok üzücü. Saygıyla isteğini onaylıyor Canary Adaları’nda çok popüler olan bir ıslık diliyle umursamıyorum. “Silbo” denilen bu dilin şarkıları da çok güzel. Aslında yüzüm düşükken konuşmayı sevmem pek. Yapmacık gelir dudaklarımın aralanması için atılan her takla. Bu yüzden kağıtları daha sadık bulurum kul(ak)lardan. Gecelerin kimseyi dinlemeden uzaması, sabah davetsiz başağrılarının geldiği dönemler olmuştur herkesin hayatında. Bense senin dahi içinde bulunduğun bu dünyayı hiç sevmedim. Düşlediğim gibi değil hiç. Ardından sayıyorum ya böyle, rahatlıyorum aslında. Birazdan elimde kağıt ve kalem ile geleceğim. Uzayan cümlelerin mutlak bir kelimesi düşlerimin enkazından çıkıyor. Tek nefeste okuduğun nakaratların suslarında buluyorum kendimi…

Odanın duvarlarında hayallerini düzenliyorsun, farkındayım. Senin de tanık olduğun bazı ölüm olayları var. Ortak ahbaplarımız ölüyor bir bir, kısa vadede yapabileceğin şeyleri harmanladığının farkındayım. Ama kendi kendime söylendiklerimi dinleyerek bunu yapamayacağın aşikar. Biliyor musun diye başlıyorum söze…

“Ben emeklerken daha parlaktı yıldızlar,

Şimdi usta gibi yürüyorum

Ama

Gittikçe uzaklaşıyorlar

Hem benden

Hemde

Sidik zoruyla dönen

Şu yalandan da yalan

Dünyadan”

Cümlelerim acıtayınca çıkarayım mı? Kaşlarını kaldırıp hüzünlensen aslında, bende ekşirim seninle hani. İlk hicretimsin sen. Bugüne kadar hep akreplere sordum yelkovanı. Oysa seni sevdiğimden beri daha tazyikli gözyaşlarım. Sende takdir edersin ki sana varmak yeni bir çağ başlattı. “Nasıl oldu da sevebildin bu kadar?” diye sesleniyorsun odandan…

Sözlerim bir hikayeyi sonlar gibi. Ağır ağır işliyor yüreğine.

“Sen doya doya içesin diye gittim suya.

Susuz kaldım.

Sense avuçlarında

buz tutmuş bir sevda ile

Güneş aramaktasın

Kana kana içmek için

Önce beni yakacaksın

O tuzu bol sevdaya kandıktan sonra

Bir yudum su için

Yine beni anacaksın

Dumanım bile kalmaz

Sen taktıktan sonra…”

Amber taşı tesbihimi yeni bir sabır serisi için doladım bileklerime, ardıma baktım son kez. Yutkundum geride kalanları.

Artık güneş batabilir…

mirfanK’09
Blog

Gergefte Aşk


Büyütmeye gerek yok Bregor!
Yeterince büyük o zaman ha! Ne dersin?
Seni seviyorum Elenoré.
Bendeseniseviyorum…

mirfan.K`
Blog

Dünaydın Sevgilim – II

Zavallı bir kahvaltı sofrası…
Bütün eskiler sofrada yerini almış. Ortaya da beşbuçukyıllık bir yiyecek konmuş. Eller çenede bakıyoruz “önce kim yiyecek” diye. Bir an için fısıldıyorum kendi kendime;
“söz! Yemezse eğer eskimiş bir zavallıyı, hayatımın göbeğine koyacağım O’nu. O sarsılırsa ben yıkılayım razıyım”
Efendim diyorsun
Makarna bitmiş alsam mı diyorum
Yemedim! diyorsun.
Boşver yeme bende sevmem zaten diyorum…

Hayalleri de bizi de susturuyor dışarıdaki korna sesleri. Al işte Türkiye’de yaşamamak için bir sebep daha diye iç geçiriyorsun. Bu ara içinden geçenler çok. Onu da geçir… Kağıdım kalemim yanımda bu kez. Aklıma bir şey gelince hemen karalıyorum. Sende göz ucunla bakıyorsun hani. Hoşuna gidiyor senden feyz almam. Başka bir şey alamadığım için feyz ile yetinmekse benim zoruma gidiyor. Ama bu da hoşuna gidiyor…

Islıklı bir çay alıyorum.
Açık
Kısık sesli
Beşbuçukyıllık yemek çok asil duruyor. Hiç tavizi yok.
“Beğenip yiyeni de öpeyim yemeyeni de” tavrında.
Bıçağımla bir güzel deşiyorum ortasından. Biraz dağıtıyorum, biraz bölüyorum. Çatalımla yardım alıyorum hatta. O da yetmiyor iyice deşmek için çatalı bırakıp diğer elimle destek alıyorum.

Şaşırıyorsun.
Sen kıyamıyordun
Ben doğruyorum
Zoruna gitmesin
Aşkı önüne almıştı, hem sana kıyıyordu. Hemde aşkı kendine kendine kıyıyordu.
Sus!

Bol suslu çayını alıp tek koltuğa çekiliyorsun.
Suratın asık. Bir katili gözler gibi bakışların. Korkmaya başladın benden belli.

Sonrasını duvarlardan dinleyelim.

“Çocuk kalktı sofradan, kızın yanına geldi.
Kızı kaldırdı
Ellerinden tuttu
Kendi ekseni etrafında bir tur döndü
Diz çöktü
Kafasını kaldırdı
-Şimdi etrafında dönebilir miyim?- dedi ve gizledi gözyaşlarını…”

Not: Dün gittikçe aydınlanıyor…

mirfan.K`
Blog

Yer ile Yeksan


Salt fikirlerin ince çizgisinde buluşalım
Gel
Arındır ruhunu hakikatlerden
Binlerce duvar var önümde
Bu aşk yer ile yeksan,
Buluşalım
Gel.

Blog

Dövüşüyor Mevsimler Uyan!


Sonbahar

Kalk, birisi ağaçlara adını fısıldamış.
Gel, yapraklar peşinde.
Seni arıyorlar…
Kaldır kafanı, ay haddini aşmış bak.

Kış
Kadife sesine hasret tüm beyazlıklar.
Seni hatırlatan bir ezgi arıyor bütün çığlıklar.
Soğuk Üşüyor bütün yokluklar.
Kalk
Kış isyan ediyor.
Düşün buraları.
Güneş yok.
Düşün.

İlkbahar

Sobalarda varlığın Köz halinde çaresizlikler.
Tek bir esintin yeter.
Kışa küskün tüm kuşlar.
Yapraklar…
Bir kavganın taraftarı değil onlar.
Ama savaşıyorlar

Yaz
Gel
Uyan
Yalvarırım

mirfan.K`
Blog

Ürkek Kabadayı!

Aşk sancısı
Çekildiğinde sular çıkar ortaya.
Hafif sarhoşluk esintisidir
Hiç ulaşılmayan.

Korkma.
Sana hiç bilmediğin bir şeyden bahsetmeyeceğim bu gece.
Hislerim akarken avuçlarımdan sana sarhoşluğumun getirdiklerinden sunacağım. Hiç bilmediğin şeyler bende de yok. Sana en leziz günaydınlar hazırlayacağım iyi gecelerin kucağında…

Sen sen ol.
Yalanın boyunu aşmasın.
Gölgen kadar dürüst ol, sobasında üşümesin yetim kömürler.

Yetin.
Sana sevdalar hazırladım bukle bukle.
Arkanda duranlar temizlenenler olmasın. Seni kirletenleri yıkama.
Öğütler gibi konuşma
Benim gibi
Sen sadece sen ol.
Ben olacak bir “vasıf” bulurum…

mirfan.K`

Blog

Altın Dalış

İçten değilsin.
Hiç hemde…
Beni sevdiğini söylüyorsun belki ama inandırıcı değil dokunuşların.
Sevişirken gidiyorsun benden…
Dalıyorsun; bir yabancıyı, herkesin tanıdığı bir yabancıyı arar gibi hemde…
Bir yabancıyı…
Bir yalancıyı…Dudaklarındayken dalıyorsun o lanet olası uykuya…
Arzulayıp rüyana davet ettiğin aynı yabancı mı acaba?
Nefesin derinleşiyor yavaş yavaş kayıyorsun avuçlarımdan…
Çaresiz titriyor ellerim. Kaldıracak gücüm yok uyuyan ve benden başkasını arzulayan bedeni.
Kafamda bir sürü soru işareti var. İyiden iyiye uyuyorsun…
Duymayacağın sözler söylüyorum; duysan da anlamayacağın, anlamlandıramayacağın sözler…

Tutulmayan sözler gibi…

Ne güzel ölümün soluğunu duymak…
Bunu yazmak, yazmak, yazmak…
Kendimi hiç sevmiyorum bugün.
Hiç hemde…
Aldığım soluk dünyanın kesesindenmiş ve yüzsüzce borç alıyormuşum gibi…

“Gel… Gir koynuma uyut beni… Akan yaşlara aldırma… Onlar hiç güneş görmeyecek olan bir çiçeğe umut vermek için…”

mirfan.K`
Blog

Ey Ayazsız!

Aynı kutuplu kelimeleri bir cümlede toplamak gibi seni sevmek.
Biraz eksilsem olacak gibi ama senden de biraz artar diye korkuyorum.
Kutuptan sevildiğin için mi çözülmüyor yüreğin? Yalan bir ezgi dolanmış diline. Kendini kandırmaktan büyük zevk alıyorsun.
“Aşka düşmüşsün” belli, buna sen bile şaşıyorsun.
Seni bir başkasıyla kıyaslayana omuz oluyorsun.
Daha da ileri gidiyorsun
Beyaz giydirmiyorsun, dönsün dolaşsın gelsin istiyorsun.
Yalvarıyorsun
Beyaz Giyme…
Çok yürekten dökülüyor gözyaşların.
Çok tazyikli
Çok tuzlu
Çok sensiz…
Kendin ol biraz. Sen biteli çok olmuş
Adın yankılanmaz artık Ankara sokaklarında. Sende resmi bir yalansın artık, hem de buz tutanlardan…

Not: Soysuz sevgiliye yıpranmış öğütler’in devamı değildir.
Sadece yaşanmışlıklar benzetilmiştir.

mirfan.K`

Blog

Lades

Bilincimin altında bir yere o kadar derin kazımışım ki varlığını
Sanki gün biterken
Camlara vuran güneş gibi
Kaplamışsın günlerimi
Ve güneş usulca dünyamı terkettiğinde
Gelip odamın ışığını yakacakmışsın gibi;

Belki…

mirfan.K`
Blog

Kuraklık

Tensel bir kuraklığın yağmur duasında ellerim

Sessiz gidişindeki gök gürültüsü çınlarken kulaklarımda

Avuçlarımda kalan kokunla

“Bir damla sen” için yalvarıyorum

Allah’a

Amin

mirfan.K`
Blog

Gurur Cinayeti


Ivan çok cinayete kurban olarak gitti.

Gittiğinde kurşun atacak, tetiğe basma cesaretinde bulunacak pek kimseler yoktu.
Fakat kalabalıktı onlar. Hayata rest çeken, kaygısı ve beklentisi olmayan insanların oluşturduğu katil topluluğuydular. Sicilleri kabarık insan avcılarına karşı direnmeliydi bir yerde. En azından sayıca onlara denk olmalıydı…
Sevgi doğurdu…
Sadece sevgi…
Ana misali…
Onlar ilk doğduğunda masumdu…
Herkes gibi…
Büyükdükçe töre aşıladı onlara ve hiç çekinmedi hayatın adil olmayan yanlarını öğretmekten.

Yaşamak için öldür
Onlara öldürmelerini söylediğinde hepsi öldüler.
Geriye vurulacak tek bir kavram kalmıştı.
O da gurur…

Ivan gururunu vurduğu zaman yaşayabilmesi için bu cinayeti üstlenmesi gereken birisini bulmalıydı. Zamanı kısaydı çünkü katiller her an tetiğe basacak “aptal cesareti”ni toplayabilirdiler.

Gurur öldü…
Aşk üstlendi…
Ivan…
O da artık bir katil…

Blog

Hayır Duası…

Ben sana aşık oldum.
Hayırlısı olsun
Nasıl
– Sen hiç hayır duası almadın mı?

… aldım.
Amin
mirfan.K`
Blog

Gölgeler

Bugün ve dün olmayanlar
Yarın olur belki
Tutar bir akşam elinden gölgeler
Döner yaşam bir yerden
Zaman yansır ellere
Yahut bu toz onu da gölgeler
Bulaşma sakın akıllardaki sisli düşünceler arasına

Amfet-âmin

mirfan.K`
Blog

Kıyametim Geldi…


Toprağa karışmak için
İsrafil’in Sûr’u üflemesini bekleme
Zaten yerin dibindesin
Sadece gülümse.
Kulakların delinircesine dinle
Dinle,
Bu tufan hiç kopmadı daha önce
İkinci kez öttüğünde
Dirileceksin yine
Ama sen yerin dibine girdin bir kere
Üstün başın toprak hep
Sevinme sakın dirildim diye
Gözlerin toprak kokuyor,
Saçların rüzgar.
Allah belanı veriyor.Bak İsrafil şahit.

Canın cehenneme
mirfan.K`

Blog

Hoş Gidişler Ola!

Hiçbir bedene sürgün gitmedim
Beni tutukladığın günden bugüne
Şimdi bir ayrılık esintisidir
Kalın çizgili güneşlerin aydınlatamadığı kentimde
Yalnız bir bakışın
Ürpertisinde
Son çığlıklarım.
Bu sessiz gidişindeki gök gürültüsü
Korkutmayan mavi mavi şimşekler
Bu kez titremiyor umutlarım
Dizlerimin üzerinde
Hali hazırda
Bir terkedişi seyirdeyim
Metruk bir geceden kalma
Bulanık bir sabahın hikayesi bu
Bugünün tarihini at bir kenara
At gitsin
Kıyıların çaresizliğinde
Bu maviliğin suskunluğunda
Flu görüntüden arta kalan
Güçlü bir sarhoşluktu bizimki

Ayıldık

Hemde çok çabuk

Ayrıldık

mirfan.K`
Blog

Zavallı

Eğer seni ben yaratmış olsaydım
daha sevecen
daha zeki
belki daha güzel yaratırdım,

değerli olurdun şüphesiz

ama dünyevi ideallerin hep aynı kalırdı bilirim.
bilirim ki zavallısın
göğsümdeki baskı ve gerilimi artırdığın sürece,

hep zavallı kalacaksın

gözümde alçalışın
ile
güveni terbiye edilmemiş
bir onursuzluğun
abidesi olarak,

yer alacaksın

biliyorsun
bir demet acıma
bir iki yoksulluk
azıcık aşkla
yoğurdum
son halini

ve sen hala olmamışsın.

mirfan k`
Blog

Masmavi Bir Düş Yollarım

Hayallerimin solundan yürüyorum ağır ağır
Bu gece senden uzakta her şey
Ayın yüzü tutmuyor görünmeye
Adadığım yeminler utanıyor
Tutulmaz bir yeminle
Genizler yanıyor dudaklarımı araladığımda
Metruk bir sabaha gebe tüm yıldızlar
Sevemedim belki
Belki doğamadım
O sabah gibi ıssız
Şimdi gülüyorum
Umut ediyorum
Bıraktığın gibi her şey
Bekliyorum
Ama hangi saksıya koysan
Şimdi
Biraz
Eğreti
Dururum.
mirfan k`
Blog

Tranquila – Dizlerimin Üzerindeyim…

Sakin ol!
Göğün dibindeyim, yarım burgulu hayallerim. Bırak da arayayım her harfinin altında bir ihanet.
Sakin ol!
Dizlerimin üzerindeyim, sillelerin atmosferden gelir yerin dibine gider.
Bu yüzden başka hayatlar peşindeyim.

mirfan.k`

Blog

Bindallı Halk Dansları Topluluğu

Aynı adı gibi giysilere bürünmüş 170 tane bindallısını aldı karşısına ve seslendi onlara;

“Bu iş emek işidir, bu iş sanat işidir. Bu iş insanın bedenine hükmüdür!” dedi ve arkasını döndü.

Yeni bir figür gösterip onların bedenlerine olan hükümranlığını test etmeliydi. Figür gecikmedi.
O halk oyunlarının, hele ûsluplaştırılmış halk oyunlarının nadir isimlerinden idi.
170 tane bindallı vardı karşısında…
170 tane emek cambazı…

Alın terleri ile yıkanmıştı o eski salonun cilalı parkeleri. Bindallılar emek veriyorlardı. Yer yer ayakları karışsa da, hareketi kavrayamasalar da onlar bindallıya gönül vermişlerdi.

Karadeniz oluyorlardı, Ege olup coşuyorlardı.
Halayda buluşuyorlardı sonra.
Sonra sonra kartal olup uçuyorlardı.
Emekler saatleri kovaladı.
Saatler günlere iliklendi ve haftaların üzerine örtüldü.

“… gece yarılarına kadar sürecek çalışmalar, çoğu zaman günlerce çalışacağız. Hepimiz bu işe gönül verdik, arkasında olacağız. Herkes bir emek veriyor; en büyük emekte bu ûsluplaştırılmış halk oyunlarını becerenlerde olacaktır” dedi ikinurlu bindallı lideri!

Sonra ardına baktı.
Bindallıyı aldı karşısına…
Biner biner…
“Önce bindallı olun, halka bürünün! Ben sizi dans ettiririm…”

Dedi ve davulunu aldı, gitti…

mirfan.k`
Blog

Asırlık Mezarlık – Er Kişi Niyetine…


Sert vurdum başımı bu sefer.
Gözlerim kapandı…
Doktor bir şeyler fısıldıyor fakat duyamıyorum. Birisi inatla kulaklarımı kapamış gibi…
Tıkanıyor nefesim boğazımda ama içimden bir ses “iyi olacak” diyor.
Evet, iyi oluyor bu bana…
Bir hıçkırık sesi tanıdık geliyor…
Dinlemem gerek sanırım. Çok yoruldum…

Beynim kaldırmıyor, ayıramıyorum sesleri.
İyi bir uyku zamanı…
Hiç uyunmayan tatlılıkta bir uyku…

Tatlı…
İlk…
Tatlı…
Son…

Toplanmış insanlar…
Sevenlerim… Sever görünenlerim…
Toplanmışlar, gözlerinde yaşlar…
Biraz geceden kalmalık var üstümde, kalmışım işte. Baksana kimse görmüyor beni.

Başım biraz kalabalık…

Hoş geldiniz…

Sizden önce gelmemin sebebi bacaklarımın uzunluğu olabilir. Taşıt kullanmıyorum, yeni kavuştum sağlığıma, aslıma…

Birisi uzanmış orada, o da dinlenme evresinde sanırım. Nedense hiç çekmiyor dikkatimi… Umursamıyorum; sevdiğim, en sevdiğim insanlara yöneliyorum fakat onlar bir telaş içindeler… Saklanan bir şeyleri hissediyor yüreğim…
Yüreğim…
Yüreğim?
Hissediyorum? Biraz garipsedim bu kısmı…
Sanki herkes küsmüş bana, konuşmuyor gibi… Takılmıyorum adeta… Takılmıyorum bende…
Biraz voltalıyorum geniş avulda…
Neden burada toplandık gibi saçma bir soruyu yöneletemiyorum kendime… Pek saçma gibi durmuyor aslında…
Ben ve sevdiklerim, en sevdiklerim, beni en çok sevenler – ya da sevmeyenler…
Ne işimiz olabilir ki bir camii avlusunda?

Başında sarıkla bir imam yaklaşıyor…

Oradan sakallı bir ihtiyar avazı çıktığı kadar bağırıyor…”-Er kişi niyetine…

Ölünün bir erkek olduğunu anlamak zor değil.
Bakıyorum en ön safta beni en çok sevenler var. Sol elleri göbeklerinin üzerinde, sağ elleriyle de destekliyorlar bu masum duruşu…

Hayret!

Ben geçerken herkes yol veriyor, kimseye çarpmıyorum niyeyse…
Ardından anlam veremediğim dialoglar sahneleniyor…
“-Nasıl bilirdiniz?”
“-İyi bilirdik…”
“-Hakkınızı helal edin”
“-Helal olsun… Helal olsun… Helal olsun…”

Helal olsun… Ne oluyor?
Yeşile sarılı tabut sırtlanıyor…
Mavi bir kurdele yanında…
Ağlamaklı 3-4 insan var dışarda… Onlarda sevenlerim… En çok sevenim birisi, en çok sevdiğim…
Ona yaklaşıyorum… Gri bir arabaya binip uzaklaşıyor…
Kısa sürüyor bu yolculuk… Arada sırada bende giriyorum tabutun altına… Bir koku var, hoş bir koku…
Sıcacık…
İçim ısınıyor…

Mezarlıktayız…
Kasvetli bir ortam…

“Ruhuna Fatiha… Zamansız… İmkansız gidiş…”
Aklıma takılıyor mezar taşlarından…
Derince kazılmış bir mezar… İçine ben bile sığarım, o derece büyük…
İnsanlarda anlam veremediğim bir telaş var. En sevdiklerim koşuşturuyor…
Tabut konuyor mezarın yanına…
Açılıyor…
Bir ışık çıkıyor sanki. Sanki gökyüzü biraz ekşiyor…
Bir kişi indi aşağı…
Ağabeyime benziyor…
Dimdik… Boynu bükük gibi duruyor, sevdiği birini kaybetti sanırım.
Birisi daha indi aşağı…
Rahat bir yer yapıyorlar…
Taşları ayıklıyorlar…

Tabuttan sarsmadan çıkarıyorlar kefene sarılı vatandaşı. Artık vatandaş olmasa da vatan toprağında huzulu olacağından hiç şüphe yok.
Sağına yatırıp arkasını toprakla besliyorlar… İçim burkuldu…
Daha önce de seyretmiştim fakat bu daha bir acıklı…Üzerine mertek diziyorlar alelacele…
Bir hasır örtüldü…

İlk küreği babam atıyor…

Ben de uzanıyorum ama sıra bana gelmiyor nedense… Herkes bir telaş içinde kapatıyor mezarı… Taşları ayıklayıp kumla dolduruyorlar ısrarla… Nasıl boğuyorlar bir görseniz, bir bilseniz…
İmam bir şeyler okuyor… İnsanlar elleri açık “amin” diyor, bende diyorum.
Ağzım eskimez ya…
Herkes yavaş yavaş gidiyor… Sevmeyenler öncelikli tabii.

Gitsinler…

Ben bizimkilerle giderim birazdan…

Hoca da gitti…

Olsun…

Bizimkiler taşlarla çevreliyorlar mezarı… mı… Evet, evet mezarı çevreliyorlar…

Sevenlerim de sevgi sırasına girmişler… Onlar da gidiyorlar…
Sesim çıkmıyor ya, duyuramıyorum kendimi…
Beraber geldik, bensiz dönüyorlar.
Bu olmadı…
Alınganım…
Alınıyorum…
Ben de peşlerine gideyim bari.

Doğruluyorum…
Kafama birşey çarpıyor, geri düşüyorum…

Bir saniye?

Er kişi?

Sevenlerim?

Ben…

Ben…

BEN!…

Ölmüşüm…

Ve bu sefer ben dönemiyorum mezarlıktan…
“Yerinmeyin biz de geleceğiz” dediğim gün gelmiş işte… Ben dönemiyorum…

Asırlık mezarlıktayım artık…

Sessiz, huzur dolu…

Taşımda tek bir yazı yazsın istiyorum artık…

Duyarsanız…

“Oksijen… Minnettarım…”

mirfanK`